28 Mayıs 2008 Çarşamba

gazozuna pilates olsa, içerim


bu parmakların, bu f klavyenin gerisinde duran, tüm gün pinekleyen makineyi çalıştırmak gerek diye düşünmüştüm. bu ilk düşünüşüm değildi, daha önce de düşünmüş ve fazla vakit kaybetmeden vazgeçmiştim. sonra bi gün ofiste biri bişey dedi. o laf domino taşları gibi devrile devrile üstüme yıkıldığında “tamam başlıyoruz. parayı nereye ödüyoruz?” demiş bulundum. bugün olayları yeniden değerlendirince anlıyorum ki, o laf olsa olsa “patates”ti. neyse herkes havaya girdi; o gidiyosa ben de giderim, ama giderken seni de götürürüm tehditleri ofisi şöyle bir dolandı. en azından dürüsttük, sıkı ve sağlıklı bir vücudumuz olmayacaksa da boyumuzun ölçüsünü alırız dedik. alırken de sıkıntıdan patladık. neden mi?

1 kere top çok büyük, hiç konvansiyonel değil. vaktimiz, “işte sana bir kaya, nerene dayarsan daya” sorusuna cevap aramakla geçti.

2- top olmasına rağmen skor yok. sıfıra sıfır, elde ne var? hala dolgunluğundan ödün vermeyen koca bi top.

3- rakip yok. kendi kendine rekabet etmek bir yalan, hırs küpü değilsen ya da zengin bir kişilik portföyün yoksa... ama olsa kesin ben yenerim.

4- kazanan yok. dostluk bile kazanmıyor.

5- işin bittiğinde ne gazoz içiyorsun, ne baklava ısmarlayan var. ortada bir iddia olmadığı için en fazla eve gidip makarna yiyebilirsin, yersen.

ama iyi oldu; her defasında hevesleri tarafından tuzağa düşürülen ben, “hevesleri oyalayarak söndürme” stratejisini geliştirdim. ve fekat gazozuma ilaç atan olursa ona bişey diyemem.