22 Ağustos 2008 Cuma

Arjantin'de içilen bir tür koyu çay

Latin Amerika'dan memleketimize çevrilerek gelen hangi kitabı açsam karşımda aynı dipnot: mate. Borges, Cortazar, İnfante, Galeano. Bu adamlar ne zaman bi kitap yazdılarsa içine en az bir, tercihe bağlı olarak daha fazla mate demlemişler. Çok normal. Oralarda mate içiliyor, biz de okuyoruz: don't cry for me arjantina'da içilen bir tür koyu çay. Okuyoruz ama artık içmemizin vakti gelmedi mi? Çevirmenden ricam matenin çevirisini değil bizatihi kendisini getirmesi.


Ben kitap okuyayım, mate bana eşlik etsin.

18 Haziran 2008 Çarşamba

beş ayağın beşi bir mi?

adettendir yeni pabuçlar vurur, adetten olmayansa bu pabuçların amacına kilitlenip organize hareket etmesi. ama hayat böyle; pabuç yeni, daha fabrikadan çıkarken vur demişler, vuracak, tetikçi gibi; seçmiyor, sorgulamıyor, vuruyor. e karar var, kararsızlık var, siyahı mı olsa kırmızısı mı olsa derken bi de bakmışsın küçük tetikçi kutuya atlamış, seninle eve geliyor, buyursun gelsin. bu arada “beş ayağın beşi bir mi?” kuralı gereğince bir ayağım öbüründen yarım poyint daha büyük. gerçi bu tamamen bardak boş mu, dolu mu meselesi; başka bir açıdan bakınca da bir ayağım öbüründen daha küçük. ama sana söylüyorum ayağım, sen anla pabucum: vurgun çözüm değil. dinleyen kim?
neyse ben keşkeleri bi kenara bırakıp, gerçekçi davranarak çözüm aramaya başladım: yeniyken vuran pabuçlarla nasıl dost olacaktım? pozitif düşünce kazanır dedim, boşuna. bir süre yanıma yara bandı almadan dışarı çıkmaz oldum, beklediğim desteği bulamadım. sonra uslanmayan pabucun hakkı kötektir diye dedem yöntemini denedim, aldım elime çekici, vurdum vurdum... biraz yumuşar gibi olduysa da bildiğini okudu. çözüm bulamayınca sorunu da dolabın en kullanışsız köşesinde bir yere atmayı düşündüğüm sırada bir şey oldu. eski otobüs terminallerinde ve ondan daha eski antik kentlerin civarında turistlere satılamayan ve sahibinin gözü önünde kalabalık eden talihsiz ve sevimsiz kartpostallardan biri ve kimbilir hangi nedenle atmayıp da beslediklerimden biri bakmaya başladı. bunca zaman orda durmasının bir nedeni vardı. katlayıp pabucun içine konularak, topuğu yükseltecek ve cinderella’nın fettan bacılarının bile çekmediği bu eziyet böylece sona erdirilecekti. demek ki ne periymiş ne keramet, el çabukluğuymuş marifet.


cinderella: alık prens'e gerek yok, kendim giyerim

12 Haziran 2008 Perşembe

Tank bana en yakın Cemil'i bul






Cemil Ozalit.
yakından da yakın olmak istenilen bi baskı çözüm üssü. saçma sapan bişey bastırmak isteyince ilk başvurulan yerlerden biri. güzel tarafı bize en yakın cemil'i bulabilmesi. kimin ne zaman cemil'e ihtiyacı olacağı bilinmez.


28 Mayıs 2008 Çarşamba

gazozuna pilates olsa, içerim


bu parmakların, bu f klavyenin gerisinde duran, tüm gün pinekleyen makineyi çalıştırmak gerek diye düşünmüştüm. bu ilk düşünüşüm değildi, daha önce de düşünmüş ve fazla vakit kaybetmeden vazgeçmiştim. sonra bi gün ofiste biri bişey dedi. o laf domino taşları gibi devrile devrile üstüme yıkıldığında “tamam başlıyoruz. parayı nereye ödüyoruz?” demiş bulundum. bugün olayları yeniden değerlendirince anlıyorum ki, o laf olsa olsa “patates”ti. neyse herkes havaya girdi; o gidiyosa ben de giderim, ama giderken seni de götürürüm tehditleri ofisi şöyle bir dolandı. en azından dürüsttük, sıkı ve sağlıklı bir vücudumuz olmayacaksa da boyumuzun ölçüsünü alırız dedik. alırken de sıkıntıdan patladık. neden mi?

1 kere top çok büyük, hiç konvansiyonel değil. vaktimiz, “işte sana bir kaya, nerene dayarsan daya” sorusuna cevap aramakla geçti.

2- top olmasına rağmen skor yok. sıfıra sıfır, elde ne var? hala dolgunluğundan ödün vermeyen koca bi top.

3- rakip yok. kendi kendine rekabet etmek bir yalan, hırs küpü değilsen ya da zengin bir kişilik portföyün yoksa... ama olsa kesin ben yenerim.

4- kazanan yok. dostluk bile kazanmıyor.

5- işin bittiğinde ne gazoz içiyorsun, ne baklava ısmarlayan var. ortada bir iddia olmadığı için en fazla eve gidip makarna yiyebilirsin, yersen.

ama iyi oldu; her defasında hevesleri tarafından tuzağa düşürülen ben, “hevesleri oyalayarak söndürme” stratejisini geliştirdim. ve fekat gazozuma ilaç atan olursa ona bişey diyemem.

26 Mart 2008 Çarşamba

penis envy

bu haber yıllardır neden mizah dergisi okumadığımın cevabıdır. işte böyle haberlerle akşam, sabah, bugün, yarın gibi gazetelerin çoğu limonyak gibi dergilerden daha komik, eğlenceli ve yaratıcı olabiliyor. işin güzel tarafı sonunda penis envy’nin ne olduğunun ortaya çıkması. yıllarca kandırıp durdular bizi yok hasetmiş penismiş diye. sonunda kimin neye haset ettiği anlaşıldı. yaşlı operacılar genç olanları budayıp öyle ilan veriyorlarmış, adamlar birbirine hasetmiş meğer. priapos’u görmeseler bari.

23 Ocak 2008 Çarşamba

Şahbaz eklenti

Radyo Eksen dinleyicisinin en önemli sorununa çare bulmuşlar: diline takılan şarkıya kayıp eldiven muamelesi yapmana gerek yok artık. komik duruma düşüyoduk yani; hem mırıldanamıyosun, müzik kulağın yok, gırtlağın hiç yok hem de bu kimin, bu şarkının adı neydi diye bütün gün sorup duruyosun. kayıp cinnet de ola ki bilmiyorsa vay haline... neyse ki bu eklenti hem media player / winamp üzerinden çalıyor, hem de ne çaldığını gösteriyor. içi dışı bir, şeffaf radyo. gerçi bazen birkaç saniye önceden gösterebiliyor ne çalacağını ama kim bundan şikayet eder ki?