18 Haziran 2008 Çarşamba

beş ayağın beşi bir mi?

adettendir yeni pabuçlar vurur, adetten olmayansa bu pabuçların amacına kilitlenip organize hareket etmesi. ama hayat böyle; pabuç yeni, daha fabrikadan çıkarken vur demişler, vuracak, tetikçi gibi; seçmiyor, sorgulamıyor, vuruyor. e karar var, kararsızlık var, siyahı mı olsa kırmızısı mı olsa derken bi de bakmışsın küçük tetikçi kutuya atlamış, seninle eve geliyor, buyursun gelsin. bu arada “beş ayağın beşi bir mi?” kuralı gereğince bir ayağım öbüründen yarım poyint daha büyük. gerçi bu tamamen bardak boş mu, dolu mu meselesi; başka bir açıdan bakınca da bir ayağım öbüründen daha küçük. ama sana söylüyorum ayağım, sen anla pabucum: vurgun çözüm değil. dinleyen kim?
neyse ben keşkeleri bi kenara bırakıp, gerçekçi davranarak çözüm aramaya başladım: yeniyken vuran pabuçlarla nasıl dost olacaktım? pozitif düşünce kazanır dedim, boşuna. bir süre yanıma yara bandı almadan dışarı çıkmaz oldum, beklediğim desteği bulamadım. sonra uslanmayan pabucun hakkı kötektir diye dedem yöntemini denedim, aldım elime çekici, vurdum vurdum... biraz yumuşar gibi olduysa da bildiğini okudu. çözüm bulamayınca sorunu da dolabın en kullanışsız köşesinde bir yere atmayı düşündüğüm sırada bir şey oldu. eski otobüs terminallerinde ve ondan daha eski antik kentlerin civarında turistlere satılamayan ve sahibinin gözü önünde kalabalık eden talihsiz ve sevimsiz kartpostallardan biri ve kimbilir hangi nedenle atmayıp da beslediklerimden biri bakmaya başladı. bunca zaman orda durmasının bir nedeni vardı. katlayıp pabucun içine konularak, topuğu yükseltecek ve cinderella’nın fettan bacılarının bile çekmediği bu eziyet böylece sona erdirilecekti. demek ki ne periymiş ne keramet, el çabukluğuymuş marifet.


cinderella: alık prens'e gerek yok, kendim giyerim

Hiç yorum yok: