Ben kitap okuyayım, mate bana eşlik etsin.
22 Ağustos 2008 Cuma
Arjantin'de içilen bir tür koyu çay
Ben kitap okuyayım, mate bana eşlik etsin.
18 Haziran 2008 Çarşamba
beş ayağın beşi bir mi?
neyse ben keşkeleri bi kenara bırakıp, gerçekçi davranarak çözüm aramaya başladım: yeniyken vuran pabuçlarla nasıl dost olacaktım? pozitif düşünce kazanır dedim, boşuna. bir süre yanıma yara bandı almadan dışarı çıkmaz oldum, beklediğim desteği bulamadım. sonra uslanmayan pabucun hakkı kötektir diye dedem yöntemini denedim, aldım elime çekici, vurdum vurdum... biraz yumuşar gibi olduysa da bildiğini okudu. çözüm bulamayınca sorunu da dolabın en kullanışsız köşesinde bir yere atmayı düşündüğüm sırada bir şey oldu. eski otobüs terminallerinde ve ondan daha eski antik kentlerin civarında turistlere satılamayan ve sahibinin gözü önünde kalabalık eden talihsiz ve sevimsiz kartpostallardan biri ve kimbilir hangi nedenle atmayıp da beslediklerimden biri bakmaya başladı. bunca zaman orda durmasının bir nedeni vardı. katlayıp pabucun içine konularak, topuğu yükseltecek ve cinderella’nın fettan bacılarının bile çekmediği bu eziyet böylece sona erdirilecekti. demek ki ne periymiş ne keramet, el çabukluğuymuş marifet.

12 Haziran 2008 Perşembe
Tank bana en yakın Cemil'i bul
Cemil Ozalit.
yakından da yakın olmak istenilen bi baskı çözüm üssü. saçma sapan bişey bastırmak isteyince ilk başvurulan yerlerden biri. güzel tarafı bize en yakın cemil'i bulabilmesi. kimin ne zaman cemil'e ihtiyacı olacağı bilinmez.
28 Mayıs 2008 Çarşamba
gazozuna pilates olsa, içerim
bu parmakların, bu f klavyenin gerisinde duran, tüm gün pinekleyen makineyi çalıştırmak gerek diye düşünmüştüm. bu ilk düşünüşüm değildi, daha önce de düşünmüş ve fazla vakit kaybetmeden vazgeçmiştim. sonra bi gün ofiste biri bişey dedi. o laf domino taşları gibi devrile devrile üstüme yıkıldığında “tamam başlıyoruz. parayı nereye ödüyoruz?” demiş bulundum. bugün olayları yeniden değerlendirince anlıyorum ki, o laf olsa olsa “patates”ti. neyse herkes havaya girdi; o gidiyosa ben de giderim, ama giderken seni de götürürüm tehditleri ofisi şöyle bir dolandı. en azından dürüsttük, sıkı ve sağlıklı bir vücudumuz olmayacaksa da boyumuzun ölçüsünü alırız dedik. alırken de sıkıntıdan patladık. neden mi?
1 kere top çok büyük, hiç konvansiyonel değil. vaktimiz, “işte sana bir kaya, nerene dayarsan daya” sorusuna cevap aramakla geçti.
2- top olmasına rağmen skor yok. sıfıra sıfır, elde ne var? hala dolgunluğundan ödün vermeyen koca bi top.
3- rakip yok. kendi kendine rekabet etmek bir yalan, hırs küpü değilsen ya da zengin bir kişilik portföyün yoksa... ama olsa kesin ben yenerim.
4- kazanan yok. dostluk bile kazanmıyor.
5- işin bittiğinde ne gazoz içiyorsun, ne baklava ısmarlayan var. ortada bir iddia olmadığı için en fazla eve gidip makarna yiyebilirsin, yersen.
ama iyi oldu; her defasında hevesleri tarafından tuzağa düşürülen ben, “hevesleri oyalayarak söndürme” stratejisini geliştirdim. ve fekat gazozuma ilaç atan olursa ona bişey diyemem.
26 Mart 2008 Çarşamba
penis envy

23 Ocak 2008 Çarşamba
Şahbaz eklenti
